28 Aralık 2013 Cumartesi

Açık Büfe Din Tüccarlığı

Sevin ya da sevmeyin Elif Şafak, Türkiye'de kitap okuyabilen geniş bir tabaka keşfetmiştir. Bir semboldür. Bu tabakanın kaymağını tek başına yedirirler mi adama? Yedirmezler. Bununla birlikte duygu tacirliği başlığı adı altına alabileceğimiz bir furya peydah olmuştur pek tabiki de.

"Mevlanalı kitap yaz köşe ol" mantığını son dönem yazınımıza sokmuştur Elif Şafak, iki arada bir derede kalan liberal dindarların başucu kitaplarını yazmıştır.

Dikkat çekmek istediğim esas nokta o değil farkettiyseniz. Ardından yürümeye çalışan lümpenler.
Dini kuralları hiç gözünün yaşına bakmadan duygu diye aşk diye harcar bu adamlar. Dini hikayelerin üstüne katranı boca eder kaz tüyü dökerek rezil rüsva eder bu adamlar. 

Anlattıkları din İslam değildir. Kullandıkları ayetler, konuyla uzaktan yakından alakalı değildir. Hadisler %60 sahih değildir. Tek istedikleri, yani tek yapmaya çalıştıkları dini muhteviyata az buçuk zafiyeti olan garibanları kendi ticaretlerine ortak etmektir. Elif Şafakla keşfedilen o kitle tarafından tanınıp popilaritelerini arttırarak ünlü olma güdülerini tatmin etmektir. 

Peki ben neden sinirliyim? Çünkü bu adamlardan sıkıldım anlıyo musun!? Bu adamların din diye yutturmaya çalıştıkları şeylerden tiksindim. Bu lavukların kendi egolarını şu üç günlük dünyada tatmin etmek için samimiyetsiz bir dindar sınıf meydana getirmelerinden usandım. Ülkeyi yöneteninden gariban işçisine kadar her tarafa sıçramış takvim arkası müslümanlıklardan, televizyon maskaralıklarından bıktım. Yapılan binlerce abuk sabuk aşk tariflerinden, her haltı yiyip dini kılıfa sokmak için yapılan yüzsüzlüklerden bıktım.

Çözümüm mü ne?

Yok beyler yok! Çözüm mözüm yok. Bu hıyarlar hıristiyan mezheplerinde de vardı, yahudi mezheplerinde de vardı, müslümanlıkta da var. 

Sen hani diyosunya "ya abi hıristiyanlar nasıl 3 tanrıya inanır ya anlayamıyorum." diye. Çünkü onlar tek otorite kabul ettikleri o dini liderlerlerine inanıyor gardaşlar.

Sen tasavvuf safsatalarına ağzını yaya yaya inanıyosun, onlar da onlara inanıyolar. Sen hiç inandıklarını sorguluyor musun? Acaba yanılıyo olabilir miyim lan diyo musun? 

Demiyosun. Çünkü inançta şüphe olmaz de mi? Olmaz anasını satıyım o-l-m-a-z. 

İşte son olarak söyleyeceğim inandığın dini kabullerine dikkat etmezsen yani kendi kontrolün altına almazsan bu aşşağlık herifler gelir tecavüz ederler ruh sağlığına. Zamanla kendinden bile tiksinir hale gelirsin. O inandıkları şeylere şaşırdığın Hıristiyanlar ve yahudilerden farkın kalmaz. 

Sana yemin ederim.


Yer altından sevgiler.

Batının İslamı Görmek İçin Taktığı Buğulu Gözlük: Cebriyye

İnsanı rüzgar önündeki yaprak kadar aciz gören ve bütün fiilleri Allah’a nispet eden itikadi görüştür Cebriyye.

Bu görüşe sahip olan bir kişiyle insan fiillerini insanın kendisine nispet eden mütezile mezhebine mensup olan bir kişi arasında şöyle komik bir diyalog geçer:

Cebri: Geçen gün sizin eve geldim ancak seni evde bulamadım.
Mütezili: Peki söyle bakalım sen kendi iradenle mi buraya geldin yoksa seni Allah mı gönderdi?
Cebri: Tabi ki Allah gönderdi.
Mütezili: Madem ki Allah gönderdi, Allah benim evde olmadığımı bilmiyo muydu da seni gönderdi?

Diyaloğun burada kesildiğine bakılırsa cebri vatandaşın kalp spazmı geçirerek ölmüş olabileceğini ihtimaller arasında bulundurmakta fayda var.

Diyelim ki cebri vatandaş gibi düşündük.

O zaman Allah’a noksan özellikler izafe etmiş olmaz mıyız?

Çünkü isnat ettiğin eylem Allah’ın sıfatlarına yakışmıyor. Yanlış mıyım?

Sen hem yaptığın her şeye Allah yaptı de hem de her namazda onu bütün noksanlardan tenzih et. (Bkz: her secdede: "Sübhane Rabbiye'l-ala"  deriz. Anlamı: Ey Yüce Rabb'ım! Seni bütün noksan sıfatlardan tenzih ederim.)

Çelişkiye bak hele sen.

İşte batı aleminin İslam deyince akıllarına gelen ilk temel felsefe ve geri kalışımızı açıklamak için buldukları en ezik itikadi görüş bu arkadaşlar.


Haydin Selametle.

20 Aralık 2013 Cuma

Demek ki neymiş?

Demek ki neymiş? 

2 taraf da Allahtan korkmayan, gözünü kırpmadan hırsızlık yapabilen ve buna müsade edecek kadar gözü dönmüş münafık müslümanlarmış.


Sistem bizi bir seçim yapma mecburiyetinde bıraktığından, içimizdeki gerçekleri görmezden gelerek seçtiğimiz bir diğer kötü tercihi yüceltme adına kılıflar icat etmiş, hakikatlerle aramıza duvarlar örmüşüz. 


Şahsi hırsları gözlerini kör eden ve müslümanlığa duyulan güveni zedeleyen tarafların masumiyetleri inandırıcı değildir. Onları haklılaştırma çalışmaları da gülünç ve tiksinti uyandıracak derecede ezikçedir. 


Şunu iyi anladım ki; sistem kanımıza öyle bir işlemiş ki inandığımız dince hoş görülmeyen eylemleri yapanlara bile ideolojik saplantılardan, şahsi bir takım çıkarlardan ötürü değer verilmeye devam edilmiş. 


Yemişim sistemini..!!


Tarafları KÖTÜ olan hiçbir sistemde bir seçim yapma mecburiyetinde değiliz. 


Mevcut şartlara göre mantıklı olmayan bir şey söylemiş olduğumun farkındayım. Dedimya şartların canı cehenneme.. Kalbinde adalet yoksa neye sahip olduğunun hiçbir önemi yok.

13 Aralık 2013 Cuma

Hacı Medeniyet Kuruyoruz Gel

Selam.

Bugün size fırında portakallı ördek nasıl pişirilir anlatmayı çok isterdim. Ancak hazmı kolay olmayan başka şeyler anlatmayı tercih ettim.

Mükellef bir sofranın şişkinliğini bir maden suyuyla giderebilirsiniz belki ama yıllardır bize yutturmaya çalıştıkları yalanlarla şişen beyninizin ve yavaş yavaş körelen kalbinizin gazını alabilmek için ne yapabilirsiniz ki?

Tüm ideolojilerin üstünde olan bir ideoloji var kardeşler. Günlük hesaplaşmaların, kof kıskançlıkların, bitmek bilmeyen mutluluk arayışlarının üstünde olan bir ideoloji var. Benden ve benden öncekilerden, senden ve senden sonrakilerden daha değerli olan bir ideoloji var. Görmezden geldiğimiz bir ideoloji var. Bütün izmlerin çaresizliklerinin başladığı yerde ortaya çıkan bir yaratıcı var. Onun bize çizdiği bir istikamet var. Mutlak özgürlüğü elde edeceği güne dek insanların özgürlüklerini kısıtlayan bir özgürlük yaratıcısı var.

Bu yüzdendir ki; İnsan nefsine hakim olduğu müddetçe özgürdür.
                                     *  *  *
Düşman, bir örümcek hassasiyetiyle ağını örüyor yavaş yavaş. Biz ne yapıyoruz?

-Ne yapalım be hacı dayı? Oturuyoz işte öyle. Çay içiyoz.
  
Bugüne kadar en çok kafa patlatılan, en çok çözüm üretilen sorun olmasına rağmen medeniyetimizin topallamasına, taklitçi bir eziğe dönüşmesine mani olunamıyor bunu hiç düşündünüz mü?  

Engelleri bir bir dizip neler döndüğünü ve düşmanın kim olduğunu size göstermeyi çok isterdim. Ama bunu yapmak acınası bahanelere sarılmana sebep olacağından böyle bir şey yapmıyorum. Çünkü değişim ve dönüşüme zorunlu olan medeniyetler düşman araştırmasına girmezler. 

Bir kere senin, düşmanı olmayan bir medeniyet olmadığını bilmen yeterli değil midir?

Bir kere düşmanı olmayan bir topluluk, medeniyet midir? 

Bir kere düşmanı mağlup etmenin en iyi yolu kendini yükseltmek değil midir?

Bilemiyorum. 

Herkes bir yerlerde bir çapanoğlu olduğunu bilir ve bu yönde karşı duruşunu dile getirir ve hepsi de kendi cephesinde haklılık payına sahiptir. Sorun da budurya... Neyse.

Şu bir gerçek ki böylesi yüksek düşünceler evlerde ailecek tartışılan bir zemin bulamazlarsa sadece kişilerce haklı olunan statik bir konu olmaya devam edeceklerdir.

Şu da bir gerçek ki müslümanlar modern dünyadan etkileniyorlar ve hem de kısa sürede. Düşünce dünyalarıyla oyun oynandığı yetmiyormuş gibi lümpenlerin çoğunluğunu oluşturduğu aydın ve akıl önderlerinin tasallutuna maruz kalıyorlar.
Düşünceler itibarsızlaştırılıyor. Yüce ideallerimiz, kendimize has erdemlerimiz, bizi biz yapan cazibelerimiz elimizden alınıyor. 

Örneğin mehdi iddiasında bulunanlar türüyor ve ittihadı islamı savunuyor. Aklı selim açıklamalar yaparak insanlar için en geçerli kurani fikirleri söylüyor. İzleyin yahut twitlerini okuyun, bana hak vereceksiniz. Gözünüzü programlarındaki cinsel objelerden alabilirseniz eğer konuşmalarında esas olmamız gereken hali dile getirdiklerini görürsünüz.

Sizce neden dışa sapkınca bir imaj çizen bozuk itikatlı bu kişiler, bizim düşünce orjinlerimizi ağızlarına alarak itibarsızlaştırıyor? 
  
Neden bu kutsal çağrıları ve en aklı selim çözümleri dile getirme ihtiyacını bu şizofrenler dile getiriyor?

Çünkü bir şeyi kesin bir şekilde itibarsızlaştırmanın en mükemmel yolu, onun aptallar tarafından dile getirilmesini sağlamaktır hacılar.

Hiç etrafınızdaki bir denyodan kamu spotu içerikli bir mesaj alıp da ciddiye aldığınız oldu mu?

Hep söylenilegelmiştir. İnsan sevmediğinden öğrenemez. Yani semediğiniz, bir kötülükle ilişkilendirdiğiniz kişilerden doğruyu söyleseler de bir şey öğrenemezsiniz. Mesela bugün akpartili muhafazakarların büyük çoğunluğunun siyasi görüşleri, chp mantalitesinin siyasi görüşlerinin tam tersi vaziyette. Bu yüzden abdnin Ortadoğuda gerçekleştirdiği her halta sessiz kalmaları ve yok
saymaları bu yüzden. Chplilerin büyük çoğunluğunun siyasi görüşlerinde de durum bu yönde. Onlar da akpartiye kulaklarını tamamen kapatmış vaziyetteler.

Doğruyu yanlış bir ağız söyleyince otomatikmen kabul etmiyoruz. Durum bu.
  
İşte hacılar..Geçelim bu konuyu.

Değişim denen nane teknolojiyle falan olmaz. Çıkarın kafanızdan bu imajı. Değişim, düşünce bazında olur ve bu, esas engellenmeye değer şey olarak kabul edilir.

Ortaklaşa herkesin kabul ettiği fikir, eksik olan yanımızın özgüven eksikliği olduğu. Evet, %100 doğru bu. Ama düşünce zaafiyetinden kaynaklanan bir özgüven eksikliği bu. Öyle bir özgüven kazanılmalı ki medeniyetimiz diğer medeniyetleri kendisine meftun kılan bir cazibe merkezine dönüşmeli.
Size çözümün yakışıklı bi adamdaki ve güzel, hoş bir bayandaki iştah uyandıran "cazibe" olduğunu söyleyerek tuhaf bir çözüm önerisinde bulunmuş olabilirim belki, ama yabancı düşünce tasallutlarından kurtulup aydınlanma çağının belki de en masum ve en öz ibaresi olan kendi kafasıyla düşünme cesaretini gösteren bireylerin buna kendiliğinden sahip olduğunu bugünkü mevcut durum gösteriyor zaten. 

Hala dinin kıyıda köşede kalmış konularını birbirine dolaşmış telefon kulaklığı gibi can sıkıcı, saçma sapan dertlerle gündeme getirme uğraşı, manevi dünyamızın yüceliğini ve coşkunluğunu yitirmemize sebep oluyor. Din denince akla yok sırat köprüsü kaç metre olacak, yok mehdi nerede zuhur edecek, yok 4 eşlilik, yok cinsellik falan filan zart zurt geliyorsa beynelmilel ortamda kusursuz medeniyet inşasını nasıl güçlü temellere oturtabiliriz ki? Çağın vebası olan yozlaşma virüsüne yakalanır, bağıra bağıra çıktığımız yolu bahanelerle terkederiz. 

Size Fight Clup filminde dek geldiğim bir sözü tekrarlamak istiyorum kırmançiler. İlginçtir tam da bu konuyla ilgili: 
  
"İnsanlar bunu her gün yapıyor. Kendileriyle konuşuyor, kendilerini olmak istedikleri gibi görüyorlar. Ama onların bunu devam ettirecek cesaretleri yok."

Tam da bizi tarif ediyor Tyler reiz. Chuck Palahniuk, tespitin kralını yapmış yine he? Ne dersiniz? Zaten bizi en iyi yabancılar tarif eder değil mi? Kendi içimizden çıkanlara karşı peşin hükümlüyüzdür çünkü. Bu sözün yanına Metin Şentürk yazsaydım gülerdiniz de mi? Siz varya siz. Merak etmeyin lan ben de gülerdim. Komik olurdu cidden he? :)) 

Gırgırı bir yerde hakikaten güzel söz lan.

Neyse şamatayı kesip bitiriyorum. Demokrasi, postmodern falan diycem şimdi.

Demokrasi ile ülkemize de yavaş yavaş gelen postmodern çizgide herkes herkesin dini yaşantısına, yaşam hakkına saygı gösterir ve bu da tüm dinleri, manevi yaşamı destekleyici bir unsura, sadece inanılan birtakım mitlere çevirir beyler. Yani inandığın dinin tek gerçek din olduğunu söylediğinde karşındaki herif sana saygı duyar ve "sana göre öyle" der. Sana inanmak zorunda değildir çünkü, sana güzel şeyler söylemek zorunda değildir hacı abi. Çünkü zemini kaypak olan bir düzende dans etmek bunu gerektirir. Dans edebilmen tanınman için yeterlidir. 

Kaypak bir zeminde filizlenip boy atmak, dala budağa kavuşmak BİRLİK olmayı gerektirir gardaşlar. Dünya bu doğrultuda gidiyor artık. Birlik olup gerçekten inandıklarını eşgüdümlü olarak söyleyen toplumlar, dünyanın direksiyonuna yapışabiliyorlar anca. Yoksa bu kurtlar sofrasında sana su yok su! 

Sosyolojide hokkalı bi söz vardır. böyle katmerli bi söz.
der ki: Dinamik olmayan toplumlar değişimin önündeki en büyük engeldir. 

Dinamik topluluklar her daim değişime açtır ve eleştiriler de değişimi tetikleyen cinstendir.

Var olanla yetinip her türlü yeniliğe kendini kapatmış toplumlar tıpkı damaktaki yara gibidir. Yani hiç var olmamalıdır. Var olup da can sıkmamalıdır. O dil oraya sürekli gitmemelidir aga. O kadar! 
  
Yer altından sevgilerle gangalar. Mucuk.

5 Aralık 2013 Perşembe

Roman yazmak

Cefası çok sefası ise olmayan bir iştir. En azından benim için öyle.

 Modern çağda başarılı olan yazarlarımız gibi şerbetçilik yapmadıkça başarılı olamıyorsunuz maalesef. Eğer benim gibi çılgınlık yapıp da sırf içinizden geldiği için uzun soluklu bir roman yazma girişiminde bulunursanız, kendinize de en az benim kadar saygınız varsa işinizi yarım bırakmayıp oturup yazmaya başlıyorsunuz ve beklediğiniz tek şey zevk alarak yazmak, bitirmek ve sonuçtan hoşnut olmak oluyor. 

İşsiz misin diyeceksiniz. 

İşsizlikten değil, boş zamanlarımı yararlı bir şekilde değerlendirmek ve hayal gücümü kuvvetlendirmek için yazıyordum. Üstelik yaratıcılığımı da kuvvetlendiriyordu. Çok şükür yazmış olmaktan muzdarip değilim. 300 sayfaya yakın yazı yazmış olmak bana gurur veriyor. Her bir sayfasına ayrı özen gösterip, mantıki dizilimlere de son derece dikkat etmiş olmak sadece ve sadece kendime saygım olmasından kaynaklanıyor. Tıpkı peteğini altıgen inşa eden arının, işine gösterdiği saygı gibi. 

Sonrasında da bir çok yazı yazmışlığım var. Bir şiir kitabı bir de uzun öykü. Ancak bunları da aynı perspektifle yazdım. Bunları niye anlatıyosun be kardeşim diyeceksiniz. 

Bunları niye anlatıyorum? 

Gerçek bir roman yazarı olarak şerbetçileri değil, bu işi gerçekten isteyenleri gördüğüm için anlatıyorum.

Yer altından sevgiler canlar! 

1 Aralık 2013 Pazar

Patlıcan

2013'te Irak'ta toplam 7000 insan, sunni-şii çatışması gibi bayatlamış bir sebepten dolayı öldü. 

Haberlerde, pazarlarda artan patlıcan fiyatları kadar bir süre ayrılmadı bu haberlere. Fonda çalan Amelie filminin müzikleri falan.. Ali Kırca sırıtarak ayağa kalkar ve son haberini sunmanın neşesiyle bitiriş konuşmasını yapar..
Neyse..
Herhangi bir duyarlılık oluşturulmasına izin verilmedi kısaca. Yani en azından zerre kamuoyu oluşturulmadı. "Bakalım bu hafta hangi ünlümüz kapılarını kanalımıza açtı." haberleri gibi toplumsal yararı gözeten haberler daha bir sevildi. ;))

Ne bileyim herhangi bir alanda gerçekten yeteneği olmayan itici suratlı adamların, gelip evin sevimli çocuğunu oynayarak yetenek yarışmalarında yetenek değerlendirmeleri yaptıkları programlarından daha önemli görülmedi bu haberler. 

Oyun zekasını soyunma odasında çıkartmış futbolcuların olduğu, komik bir şekilde büyük sıfatı yakıştırılan takımların, maçlarıyla coştuğumuzda, uğruna kavgalar edilen sembollerin birer poşet olduğu, spor yorumları tek problemimizmiş gibi aksettirilirken, internetten normal bir arama yapmaya çalışırken bile, birden erotik bir reklamın temel hassasiyetleri hiçe saydığı bir düzenle sınanırken, kendini girdaba kaptırma fikrine bağlanarak, pozitif enerji seminerlerinden fırlayan müptezel bir dindarlıkla "iyiyi düşün, kötüyü görme Mustafa!! Aaaayyy içim daraldı." mantalitesini giyinen düşünce dünyamız, boğazımızdaki balgamı söktürmek için, kendimizi öksürmeye zorladığımız hallere benziyor. Sonrasında rahatlıyorsun ama kurtulmak istediğin şey pis bir nesne olarak nitelendirğin bir şey.

Neden?? Soruyorum bunu. Cidden. Bi yamuk yok soruda..

Duyarlılıklarınızın ayarlarıyla oynamanızı istiyorum biraz.

Yok yok şeyi kastetmiyorum. Hani vardırya... 
Falanca yer için bağıranlar, burası için nerdeydiler geyiği değil benim yaptığım. Bu muhabbet da baydı çünkü.

Ciüüüü..

Kayışı mı koparttınız lan?? Uzun bi cümleydi ama anladınız siz.


Gerçekten istediğim şey; insanlara nasıl düşünmeleri gerektiğini söylemek değil. Böyle bir şeyi istemek gerçekten büyük bir aptallık olur. Dayatmanın her türlüsü bir çeşit aptallıktır. 

İstediğim şey; göstermek istediğim bir gerçeği, algıların huzuruna çıkartabilmektir. 
Mümkün oldukça çok insana ulaşıp dikkatlerini kısa süreli meşgul etmek gerçekten istediğim bir şeydir. 

Hem işin "nasıl" kısmını  insanlara söyleyenler, onlara düşünme fırsatı vermeyenlerdir. Üstelik yorumlar, hep bir tarafa aidiyet içerdiğinden insanların çoğu bir kaç cümleye bile dayanamadan yazıyı okumaktan vazgeçeceklerdir. 

Ben bu bloga yazmaya başlayalı bir hafta olmadı. Blog istatistikleri gerçekten de çok fazla fonksiyon içeriyor. Bloga kaç kişi girdiğini, hangi browserları kullandıklarını, hangi ülkelerden tıklanma aldığını... kısaca bir sürü fonksiyon... Kısa süre içerisinde sözlüklerdeki arkadaşlar ve twitterdaki arkadaşların sayesinde 16.000'den fazla kişiye ulaşabildiğimi farkettim. İnsanlar gerçekten okuyorlar. Belki beğenmiyorlar, belki taraf buluyorlar, belki eleştiriyorlar ama okuyorlar. Çünkü ben şunu farkettim ki kendi iyi niyetli düşüncelerini uygun bir üslupla ifade etmeye çalışan insanlar, gerçekten kendileri gibi kişilere ulaşabiliyorlar. Bir sürü mail alıyorum. "Güzel ifade etmişsin." diyen de var, "şöyle bir yan da var." diyerek kendi düşüncesini ifade eden de, yazıları farklı bulduklarını söyleyenler de. Ama ne hikmetse daha hiç olumsuz bir eleştiri almadım. Çok ilginç. Bu hiç olmayacağı anlamına gelmez ama işin ilk kısmında olumlu yönde eleştirilerle teşvik edici arkadaşların varlığını görmezden gelmek büyük nankörlük olur. Dedimya.. Yazı, okuyacak adamı kendi seçiyor. Bence insanlar kötümser olmayıp hala nitelikli okurların var olduğuna kendilerini inandırmalılar. Açık kalplilikle söylüyorum, iyi ve zehir gibi zekaya sahip insanlar tarafından okunmak ve yapıcı geri dönüşler almak, parayla elde edilemeyecek kadar hoş bir tecrübe.
İşin kilit noktası göstermek istediğiniz ne varsa uygun bir şekilde aktarmak ve sonucunu okura bırakmak. Evet, konuyu askıda bırakmak. 

Ateistleri bilirsiniz. Çok sabit fikirli adamlardır. Sizin haklı olduğunuzu düşünerek delilli melilli konuşmanızla onların kendi düşüncelerine daha da bağlılık göstermeleri doğru orantılıdır. Sen ne dersen de adamlar inanmamaya fokuslu. 
İşte onlara bile bir düşünceyi sorgulatmanın yolu, algılarını kısa süre de olsa bir gerçeğe çekip sonra çekip gitmektir. Ben buna tohum saçma diyorum. Şimdiki son teknolojiyi bilmem ama eskiden tarlayı sürdükten sonra çiftçilik yapanlar, bellerine taktıkları keselerden tohumları alıp yumuşak toprağa atarlardı. İşte bunu kastediyorum. Bir düşünce etrafında dönüp durarak uygun bir üslubu bulamayanlar tarlayı sürmeyip te tohum saçan adam gibiler. Kimi tohum taşa düşer, kimisi de çalılara takılır. Ne çiftçi memnun olur ne de toprak. 

Bu yönde olmak istediğim; tohum ziyanına tahammülü olmayan o uyanık çiftçidir.

Haydin selametle.


28 Kasım 2013 Perşembe

Ninni





Yaklaşık 3-4 saat önce.

Elimdeki kupa bardakta çaydanlıktaki son çayın dumanı tütüyor.

Yağmur da yağmış sabahtan beri. Daha yeni dinmiş. Toprak kokuyor buram buram her yer. Ta burnuma geliyor kokusu. Balkondayım. Akşamı okumaya başlıyor hoca. Evlerine arabalarıyla dönmeye çalışan insanlar, farlarını yakıp yakmama konusunda tereddüt yaşıyor. Yolların düz olmadığı, yağmur sularının birikinti yaptığı yerlerden anlaşılıyor.

Aceleci arabalar hızlıca geçerken birikintilerden, şırıltı sesleri kuvvetle kulakları titretiyor bir süre. Ezanın ahenginde kayboluyorlar sonra.

Akşamı çağırıyor ezan, dağların üzerinde geceyi gezindiriyor. Kaybolan güneşe ağıt tutturmuş kuşlar, bulduğu aralıktan esmiş ve gitmiş toy bir rüzgar.

İçimde hasret, içimde biteviye ihtiraslar... Eski bir saat gibi geçmişimdeki anlar. Eskimiş de olsa varlar. Hem de nasıl varlar!

Duvarlara yansıyan şekiller, zihnimden de ötede, alemlere daldırır, sonra kendi formlarına dönerler. Bilinmeyen bir alemden gelen gizemli bir kudret sarar ruhumun ellerini. Hiç bitmeyecek kavgaları sonlandırırken bulurum birden kendimi. Yaparım da yaparım, ederim de ederim.

Boş durmam, akılla sorgularım. Nasıl derim nasıl? Bir bilsemya..! Her şey nasıl da mümkün görünüyor. O halde bu içinden çıkılmaz buhranları kimler yaratıyor? Kim dolaştırıyor bu iplikleri? Yumakları kimler fırlatmış meydana?? Ve ipin ucunu nerede kaçırmış bu dünya?? Bir bilsemya..!

Akıl işte...Akıl..!  O devredeyken çözümler, dalgaların, sahillere yazılan yazıları yok etmesi gibiler.

Ve beklenen olmuştur. Bir süre sonra devreden ruhumu sarmalayan o gizemli kudrette gider. Zira devreye akıl girmiştir. Akıl, çözümsüzlüğü arttıran bir çözüm girişiminden başka bir şey değildir.

Sonra kendimi köhne fikirlere geri dönerken buluveririm ben de. Tıpkı şekiller gibi geri dönerim.

Hiç gecikmeden bu halime küfrederim. Hem de "yakışır aslanıma" dedirten cinsten. Sinkafın tillahını ederim.

Bir otuz saniye geçer veya geçmez normale dönerim. Çok basit bir şeye şükredecek kadar hassaslaşırım. Evet.. Ufacık bir şeye bile şükrederim. Çünkü böylece beni süreğenliğin foseptik çukurlarından kurtaran yüceltici bir şey yaptığımı hissederim.

Çok geçmez buluveririm sonra kendi dengemi. Ne bileyim telefonuma falan bakarım. Sevgilimden gelen mesajı cevaplarım. Karanfilli bir duman tüttürürüm belki. Çayımın dibini saksıya dökerim. İçindeki çiçeğin adını bile bilmediğim saksıya. "Neyse" derim kendime. Tıpkı çok konuşanlara söylediğim gibi.

"Çalışmak lazım çalışmak! Okumak değerlendirmek lazım. Baş ağrısı geçmez çünkü başka türlü. Bana baş ağrımı dindirecek yeni ninniler lazım. Yeni olan ne varsa.. " derim kendime.

Yeraltından öpücükler.

25 Kasım 2013 Pazartesi

Ateizm Açmazında Diyaloglar

İtü Sözlük'ten ateist bir arkadaşla girdiğim tartışmayı aynen yazıyorum. Yorum yok.

A kişisi benim, B kişisi ise o arkadaş.

Tanrı başlığı altına yazdığım entry:

A: "İnanmayanlara dönenmeçli sorular sormaktansa şöyle bir soru sorulabilir. 

"Ya varsa?"

B: "ya varsa?" sorununa cevap olarak;

İnsanların acı çekmelerine asırlardır göz yuman bir tanrı varsa ve anlatıldığı gibi beni cehenneme atıp işkenceler yapsa sonsuza kadar, benim saygımı kazanamaz...
denilebilir. Zaten bir düşünür bunun gibi bir şey demişti. Bir diğeri de; varsa bile dünyayı çoktan unutmuştur demişti."

A: "İnsanların acı çekmelerine değil insan iradesine göz yumandır. İnsan hürriyetine ve seçim özgürlüğüne kıyamete kadar saygı duyandır. Tabi helak ettiği kavimlere bakacak olursak bunun da bir sınırı vardır. Sonuçta kendisini zalimin hasmı ilan etmiştir. (Maide-51, Şûrâ-40)

İnsanları cehennemde yakması tasavvuru da kişilerin hür iradeleriyle yaptıkları kötü eylemlerin bir karşılığıdır. Neticede adalet diye bir şey olmalı. Haksız mıyım? İyi insan ve daha iyi insan arasında, kötü insan ve daha kötüsü arasında Kant'ın da dediği gibi adalet beklentisini karşılayacak bir tanrı olması gerekir. Bu beklenti başka bir hayatın gerekliliğini, bu da ruhun ölümsüzlüğünü gerektirir. Aaaa ne garip!! Ruhun ölümsüzlüğü fikri de yine bizi adaleti sağlayacak ahlaki bir tanrı fikrine  götürür."

B: "Hürriyet zürriyet diyorsun da lafı dolandırmaya gerek yok. Dünyada acı var mı? var. Adalet var mı? Yok.

Kantın da dediği gibi olması gerekir. Olsaydı böyle bir söze ihtiyaç kalmazdı. Olsaydı olması gerekir denmezdi. 

Ruhun ölümsüzlüğü?

Siz teistlerde en çok güldüğüm konu bu. Öldük öbür tarafa gittik, ben kaynar kazanlarda sen 72 huriyle beraber. Sonra? Allah ne yapacak? Canı sıkılmaz mı bunun ya!! Bir kitaba inanıyorsun kardeşim. Muhammedin yazmış olduğu, kendisi öldükten sonra karılarının nikahlanmasının yasaklandığını içeren bir kitaba.

Bir kaç sorum olacak.

Her şeyi Allah yarattıysa bir zamanlar ondan başka bir şey yok demektir. Düşün.

Her şeyi biliyorsa, benim cehennemde yanacağımı ve ateist olacağımı biliyorduysa neden benimle-bizimle oyun oynuyor?

Kendi kendini yok edebilecek kadar gücü var mı bu tanrının?

Özgür irade varsa beni seçimlerimden dolayı neden yargılayacak? Kader varsa özgür irade yoktur, tamamen onun yönetimindeyim o zaman, neden yakıyor beni?

Bak ben yeni görüşlere açığım ikna olursam ateist bile olabilirim diyorsan seninle tartışırım ama yok ben aklımı Kuranın sayfaları arasında bıraktım onu da yükseğe kaldırdım diyorsan uğraşmayak."

A: "Öncelikle yazdıklarıma bakıp da beni daha yüz bilemedin iki yüz yıllık geçmişi olan aşırı refleksif bir inanca davet etmeni anlayamadım. Oradan bakınca nasıl görünüyor bu yazılar??? 

Adaletse beynini kaşındıran; yeryüzündeki acıların varlığının da adalet kavramının bir gereği olduğunu anlaman gerekir. Niye? Çünkü evrensel yasalar var. Artık Newton'un söylediği hareket yasaları geçerliliğini kaybetti. Maddenin statik olmadığı, hareket halinde olduğu ispatlandı. Atomdan ve onun yapı taşları olan elektron, nötron ve protonun hareketliliğinden bahsetmiyorum. Kuvartlardan ve daha keşfedilemeyen ama varlığı kesin bir mahiyetle bilinen tabiri caizse alemlerden bahsediyorum. Ben her geçen gün öğrendiklerimle beynimden vurulmuşa dönüp inandıklarıma farklı vechelerle bakarken bu bilindik yaftalar, bu klasik ateist üsteçıkışları ve ben bilirimci ego tatmini bana bi tuhaf geldi açıkçası.

Ben kaynar kazanda sen hurilerle kol kola imgelemine de ayrıca güldüm. Kendince ne yaşadığını düşündüm önce. Sonra bir aklın bunları yazamayacağını, teodise probleminin baş mimarı şeytanın, araştırmayan bir zihne böyle şeyler fısıldayabileceğini düşündüm. Zaten biz teistler, sırf teist olduğumuz için cehennemde yanmıyoruz. Her türlü zevk, sefa, zalimlik sırf teist olduğumuz için serbest bize. Ahh ah! 

Bir diğer soruya gelince de tanrı her şeyi biliyorsa benim cehennemde yanacağımı da biliyor, oyuna ne gerek var demişsin. 

Birincisi her şeyi yaratan bir tanrıdan bahsediyorsak insana sunulan tüm seçenekleri ve bunların tüm sonuçlarını da ayrı ayrı yaratabilecek bir tanrıdan bahsediyoruz demektir. Yani kul seçer o yaratır. Olay bu. Yaratım süreci kuantumcuların ve yıllaaar yıllar önce Gazzali'nin söylediği gibi devam etmekte sonuçta. 

Siz ateistler tartışırken antropomorfik düşündüğünüz için Tanrı'nın sınırsız varlığını (sonsuzluğun ne manaya geldiğini bilmeden) insanın kısıtlı bilgisiyle sınırlandırıp, Tanrı'nın fonksiyonel de düşünebileceğini düşünemiyorsunuz maalesef. 

İkincisi her şeyi yaratan, ilk sebep olan ve kaos yerine kozmosu yani düzeni seçen bir tanrı fikri bana istediği oyunu oynayabilecek kadar güce sahip görünüyor. Yani sonsuz bi kudret var karşında. Dilediği gibi hükmetmesi seni neden şaşırtsın ki??

Kaldı ki dilediği gibi davranmıyor. Kuran'ı en azından entelektüel bir perspektifle okursan kendisini bir çok noktada kısıtladığını ve tam anlamıyla ahlaki bir tutum sergilediğini görürsün. 

Örnek veriyorum:

En'am süresi 12. ayette Allah kendi üzerine rahmeti yazdı buyurulur. Zumer 20'de de Allah vaadinden dönmez buyurulur. Niye bir tanrı kendini sınırlandırsın ki? 

Niye? 

Ahlaki kaygılarından dolayı olabilir mi? Hani düşün diyorsun ya, aynı tavsiyeyi ben sana yapıyorum. Ancak bu aktivitenin doğru bir şekilde yürütülmesinin gerekliliğine yazdıklarından sonra daha bir inanmış bulunmaktayım. Neyse tartışmak için yazmadım ben bunları. Sonuçta inanıp inanmaman benim için pek de önemli değil. Nihayetinde sen de böyle takılmayı seçmişsin. 

Şimdi "Niye böyle söylüyorsun?" diyeceksin. Çünkü neden bahsettiğimi anlayabileceğini hiç zannetmiyorum. Kibrin, inancına olduğu gibi doğru düşünmene de engel. 
Eğer bir gün nefsini/egonu yenip kibrinle mücadeleye girersen ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksın inan."

Neticede burada bitiyor sohbetimiz. Her geçen gün yeni arkadaşlarla böyle tartışmalar yapma imkanına sahip oluyorum ama boşuna kürek çekmek gibi bir his beliriyor artık içimde. Delillerini ne akıl ne de inanç döngüsünde temellendiremiyorum. 

Gerçekten sorgulayanları yok değil. Mesela adam diyo ki: "Gelmiş geçmiş bütün insanların cennete mi cehenneme mi gideceği, 1400 yıl önce inmiş bir kitaba inanıp inanmamaya mı bağlı? Bunca insanın kaderi 1400 yıl önce gelmiş bir adama inanıp inanmamaya mı bağlı?" 

Elbette peygamberimizden önce gelen tüm peygamberlerin ortaklaşa söyledikleri Allah kelamından ve bunların tarihe yansımalarından habersiz bir karşı çıkış bu. Ancak insanı düşünmeye sevkediyor ve eşgüdümlü yorumlara ulaşılabiliniyor bu sayede. 

Yani ateist bile olsan üç kağıda kaçmayacaksın arkadaş!! Delikanlı olacaksın. Sonuçta hepimiz insanız. Tümümüz de aynı dinsel eğitimi almış değiliz ki. Öğrendiğin şeylerle analitik çözümlere gittiğinde senin de aklına böyle şeyler geliyor. Bu son derece doğal. En azından düşünüyorsun. Muhafazakar geçinen papağanlar gibi kestirip atmıyorsun. 

Yanlış olan senin bir takım çıkarımlara ulaşmak için düşünmen değil, asıl yanlış olan düşünmeden çıkarımların üzerine konan mantalite.

Ve yeraltından sevgilerle.

Taklit


Bir söz vardı. İlk duyduğumda göğsüme yumruk gibi düşmüştü. "Dur!" dedim "Dur!" Tekrar et." dedim adama.

Referans göstermeyi hiç sevmem ama böyle bir sözü de asla es geçemem. Zira bizim yıllardır içinden çıkamadığımız konu hakkındaydı bu söz. Batı medeniyetinden geri kalmamızla alakalıydı. 
Ne miydi?
İşte şuydu abarttığım söz.

"Bir toplum farklı bir uygarlığın kopyasını kendi ülkesinde üretmeye başladığı vakit yaratıcılığını yitirir proleter durumuna düşer." -arnold toynbee

Şimdi size Sunay Akın gibi özlü bir söz söyleyince karşısındakinden de aynı tepkiyi bekleyen adamı oynamayacağım ya da fıkrasının komikliğine kendini fazlasıyla inandırmış Hasan Mezarcı triplerine girmeyeceğim. 

Bu sözün sizde ne uyandırdığıyla alakalı zerre bir fikrim yok. Bu sözle ilgili tek söyleyebileceğim bende fazlasıyla şey uyandırdığı.

Kilit nokta yaratıcılık. (Üretkenlik de diyebiliriz), tamamen özgünlükle ilgili. Kendin olmakla, orjinal olmakla ilgili.

Onlardan daha fazla ürüne sahip olman değil mesele. İlk kıvılcımı kendinden bilerek yaratıcılığını tetiklemek. Elindeki sigara izmaretiyle bu samanlığı yakmak bir nevi. Samanlığı, yani kopyacı zihinleri. 

Ben sizin kafayı kırmış bir kardeşinizim. Siz neyseniz ben de oyum. Ben daldaki elmaya ağzınızın sulanmaması gerektiğini anlatmak isteyen, tohumun gücünü her fırsatta tecrübe etmenizi isteyen bir arkadaşınızım. "Ne yapmalıyız peki?" sorusunu bana değil kendi ruhunuza sormanızı isteyen bir adamım. 

Çünkü ben dahil herkes kendisine yakın bulduğu kişilerin değer yargılarıyla kendi değer yargılarını oluşturuyor. Ezberci mantıkla beynimizin sol lopunu devamlı sıcak tuttuğumuzdan her noktada dayatmalardan hoşlanır olmuş hatta zihnimizin olmazsa olmazı haline getirmişiz. 

Çevrenize baktığınızda, olaylar hakkındaki yorumlarına baktığınızda kaç kişinin orjinal akıl yürüttüğünü idda edebilirsiniz. Ben edemem. Bir kere ben tam anlamıyla öyle birisi değilim. Ancak çaba ne demek bilirim. Çünkü dünyayı değiştiren kişilerin bir takım kafayı sıyırmış adamın maddi alemden çok daha öteleri arzu ederek kafa patlatan kişiler olduğunun farkındayım. 
Belki biz dünyayı değiştiremeyiz ama bu zihin yapısına da sahip olmazsak gerçekleri etraflıca göremeyiz. Bu görüşe sahip birkaç egosundan arınmış kişinin standardın üzerinde işler başarabileceklerini tarih bize göstermiyor mu? 
O kadar problem varken bunlar konuşulacak şeyler değil mi diyorsunuz? 

Bunu söyleyen kişi, başı sıkışınca başkalarının çözümlerine sığınır ama. Ne diycem ben diye tutuşup falanca hocanın sohbetini youtube'tan aratır ama.
İşte bunlar, gözlerinin önündeki merteği farkedemeyen asalaklardır. Asıl problemleri öteleyip, suni gündemlerden nemalanan at sinekleridir.

İsrail gider müslümanı katleder. Bir patlamada 200den fazla insan ölür ve tek haber alma noktan olan medyadan işittiğin 5 ölü, 150 den fazla yaralı olduğudur. Tabi 3-5 sloganla yorgun düşünce elinden gelenin bu olduğunu düşünürsün. Çünkü sen karıncanın safım belli olsun geyiğini çok seversin. Asıl problemi çözebilecek fikirleri ortaya atmaktan acizsin çünkü. 

Ancak asıl çözüm için kafa yoramıyor olman, popülist çözümlere tutunmanı gerektirmiyor. Eleştirmeyelim mi dersen bilakis eleştirmelisin ama bunu kelebek ömürlü duyarlılıklarınla harmanlayınca da "kahrolsun bilmem ne!" den öteye de geçemiyorsun. O ne olcak. 

Dedim ya işte SEN taklitçi bir neslin proleter çocuğusun. (Yani amelesin.)

Ta 1839 tanzimat fermanından beri. Yaratıcı düşünce yapısı, lider hissiyatı elinden alınmış senin ve  medyayik kuklaların sloganlarını ağzına emzik yapmışsın. (Ben burda nefsimle konuşuyorum arkadaşım üzerine alınırsa nefsin, egon alınsın.) Senin yakın dönemdeki ataların kopya bir medeniyet için çalıştılar. İşte sen de onların bu yaptığından öteye geçemiyorsun. Küfürlü facebook güncellemelerin 0,2kp tan daha değerli değil. Sen küfür ettiğin için değerli değisin. Senin şahsiyet edinmek için girdiğin çaba değerli değil. Sen varya bi ürün daha uzun ömürlü diye onu daha değerli gören bi insansın. Sen malsın. Bunu kabul et. Sen aptalsın. Hala başkaları ne der diye düşünüyorsun. Mevcut yaşantınla kabul gördüğün çevreni yeni düşünce ufukları edinerek şaşkınlığa uğratmak istemiyorsun. 

Safım belli olsun geyiğini sevip benimsemeyin artık. Çünkü ne siz karıncasınız ne başınızdakiler İbrahim ne de.... Durun durun galiba Nemrutlar aynı.

Ya da şöyle söyliyeyim sana canısı. 

Karınca olmayı kabul edip rahat koltuğunda sahte duyarlılığınla kokmuş bir ete dönüşmüş kalbini rahatlatıp  elma soyamazsın sen. Sen insansın ulan insan. Bir karıncayla kendini özdeşleştiremezsin. Çık rüya postu giymiş kabusundan artık. Sen tarih boyunca tek bir kişi olmasına rağmen toplumların kaderini baştan yazan insansın.

Peygamber sana ne öğretti?

Seda sayanda tartışılsın diye 4 eşliliği mi? Canı sıkılan cebirciler hayatları boyunca bir işe yaramayacaklarını anladıkları matematik hesaplarıyla ayet numaralarıyla hokkabazlık yapsınlar diye formüller mi?
Falanca hocanın düşüncesini ayetten yukarda görmeni mi? Neyi öğretti olum söylesene... Sevgiline yollanmak için mi geldi bu Kuran, fırkalara ayrılmayın diye bas bas bağırdığı halde mezhep taassupluğu yap diye mi indi? İlk inananlar kendi canlarından yukarıda niye tuttular Kuranı? Ne için öldüler?? Git gide yozlaşan bir varlık olduğunu, şu anki mevcut şartların sorgulanacak bir tarafının olmadığını nasıl savunursun?

Sen asla ilk zamanki kadar mükemmele yakın olmadın. 

Çevrendeki yozlaşmalardan cesaret aldığından onlara karşı koymadın. Sonra sen de yozlaştın. Yakın dönem ataların yozdu. Sen de öylesin kabul et. Senin çocukların da en az senin kadar yoz olacak. Düşünce değişmeyince yaşantı da değişmez. 

Dedim ya işte bize keyifle içtiği sigarının izmaritini samanlığa atacak kişiler lazım. 

Neyse ne yeraltından sevgilerle.

24 Kasım 2013 Pazar

Bilinçaltında Şeytanla Dans




Arkadaş Merhaba!

Sıkılmadan okuyacağın bir yazı yazmayı planlıyorum. Bu yüzden cigarası olan yaksın, çayı olan demlesin. Her ne işiniz varsa görün, arkanıza yaslanıp öyle okuyun bu yazıyı.

Şimdi söyle bakalım..

Sana biliçaltı desem aklına ne gelir?

Freud'un, bilinç dışı teorisi mi?





Belki başka bir şey olarak da düşünebilirsin. En azından buz dağının görünmeyen büyük parçasının aslında bizim davranışlarımızı belirleyen bilinçaltımız olduğunu bilmen yeterli.

Eksiksiz her yeni davranışımız, doğumumuzdan şu ana kadar geçirdiğimiz yaşantılarımızdan bilinçaltımızın ne aldığıyla alakalı olarak değişiyor.

Yani bir çocuk top oynarken camı kırdı diye çocuğa bağırırsan o çocuk bir daha cam kırma hadisesinin tekrarlanmaması için çaba sarfeder ama yaptığı davranışın kötü bir davranış olduğunu düşündüğü için değil, sen bir daha hayvan gibi bağırma diye.

Çünkü her şey olayı nasıl kodladığıyla alakalı olarak davranışına yansıyor. Belki de büyüyünce seni öldürmeye bile kodlanmış olabilir.

Ya da şöyle söyliyeyim sana.


Sınava hep son gün çalıştığını farzet, emin ol sonlara doğru sadece dersin ana noktalarını öğrenmeye çalışırsın. Diğer yerleri ise hayatta hatırlayamayacağını düşünürsün. O kadar kesindir ki adeta biliyorsundur. 
Sınav vakti gelmiştir ve sen tek bir kelime bile hatırlamadığın hissine iyice sarılmışsındır.

Ancak sınavda öyle şeyler hatrına gelir ki şoke olursun. İncecik detaylar gelmiştir aklına, akşam bi göz gezdirdiğin yerleri yazıvermişsindir. Bir bağlamı bile açıklamışsındır belki. İşte kardeşlerim bilinçaltı dedikleri nane bu. Hatırlamak için kağıda doğru tükürükler saçarak tekrar etmenize gerek kalmayan bir yerden görevli bir meleğin kucağında diline bilgiler getiriliyor. Ve yine görüyorsun ki şeytan da diline getirmek istediği bir şeyi bu yöntemle ruhumuza işleyebiliyor. Bilinçaltı dedikleri yer aslında bizim rabbimizle(artık neye inanıyorsan onu koy) iletişime geçebileceğimiz tek yer. Orası vahyin indiği nokta. Orası sizin esas yönetildiğiniz, kendinizi asla kandıramadığınız yer. 


Bu yüzden hakiki savaşını da oradan yürütüyorsun. 


İyilik ve kötülüğün ezeli savaşı burada devam ediyor.


Şeytanı etrafında arama! O karargahını senin bilinçaltına kurmuş çoktan. Ta elmayı ısırma hadisesinden beri kurduğu bu karargahta telkinde bulunmaya devam ediyor dostlarına. En'am suresi 121. ayetti sanırım.


Senin iletişime geçmeni istemiyor o inandığın rabbinle. Davranışlarını yönlendirmek istemesi bundan. Hani ayette diyor ya dua ederken sesini ne alçalt ne de yükselt. ("..Namazında sesini pek yükseltme, ama iyice de kısma, ikisinin arası bir yol tut." İsra-11)


Anlayabileceğin kadar bir ses. 


İşte bu ne biliyo musun sayın arkadaşım. İşte bu, şu anda hipnozcuların oto hipnoz, yani kişinin kendi kendisini hipnoz etme yöntemiyle tamı tamına aynı şey. Hipnoz, kişinin bilinçaltıyla iletişime geçip davranışlarını değiştirme işidir. (Bu konu için ayrıca bkz: Dr. Bruce Goldberg "Hipnoz" )


Neyse arkadaşım sen bilinçaltında şeytanla yürüttüğün savaşta elinde beliren mızrağı farkedebildin mi?


Allah savaşın nerde yürütüldüğünü ilham ediyor farkedebildin mi? Bilinçaltına yönelik girişilen art niyetlerin menşeini görebildin mi? Yalnız olmayıp ilham olunduğumuzu farkedebildin mi?? 

En'am 121 demiştik. Şöyle diyordu: "... Bir de şeytanlar kendi dostlarına sizinle mücadele etmeleri için mutlaka fısıldarlar..."


Bugün ufacık çocukların izledikleri çizgi filmlerde, reklamlarda, kliplerde geçen subliminal adı altında verilen gayret, tamı tamına şeytani bir vizyona hizmet etmekten başka bir şey değildir arkadaşım.


İnsanınsa tüm bu tehditlere karşı yapacağı tek şey ise yine bilinçaltı düzeyde yardım almaktır. İsra 11'de de geçtiği gibi. 


Senin ve bütün insanların tüm davranışlarını kontrol eden bir yerde başka hiçbir silah işe yaramaz çünkü. İstersen var olan en büyük silah olan atom bombasını al eline. Nereye atacaksın onu bi düşünsene?


Ateistlerin bile inkar edemediği bir yer orası.

Yapabileceğin tek şey var arkadaşım. İnandığın şeyle kendine telkinde bulunmak. Başka çaren yok. Etkilere maruz kalmanı engelleyeceğini düşündüğün entelektüel birikimin anca tesiri geciktirir. Şeytanın işini iyi yapan birisi olduğunu unutma. Seni bir an bile yanlız bırakmadığını unutma. Yalnızken yaptığın davranışlara veya ortada kimse yokken yaptığın seçimlere objektif bir göz at. Onda hangi tarafın ağır geldiğini sen belirle.

Yer altından sevgiler arkadaşım. Sevgiler..

Merhaba! Merhaba!

        
    
         Merhaba ciğerler!

        Bu yazım aslında ilk yazım. Bir deneme yazısı olarak da düşünebilirsiniz. Burada bu blogu açma amacımı yazarak sizi sıkmak istemiyorum. Zira öyle kasvetli gündemlerin arasında bir kasvet de ben yaratayım derdinde değilim. Öyle olsam ben bile okumam bu blogu. Okumaktan keyif alacağınızın garantisini verebilirim size. Ha şimdi memnun kalmazsanız ürün iadesi yapıp 32 parça porselen yemek takımı veriyoruz geyiği yapmayayım. Yakın bir arkadaşımla yaptığım geyikten farksız olacak çünkü yazılarım. En fazla bir iki anıma kulak verirsiniz. Tabi bu da beni mutlu eder. Eminim ki bu, sizde de hoş tatlar bırakacaktır.
      
     Tamam anılarımı paylaşacağım ama bu kadar değil tabi. Ele aldığım konular hakkında kendimce düşüncelerimi ifade edip, yaptığım tespitleri kendime has bir üslupla da dile getireceğim. 
            
          Bir karın ağrısıyla başlayan yazma ihtiyacımın, ufacık da olsa bir fayda sağlama amacımla harmonisine hep birlikte tanık olacağız canlar.

           Merhaba! Merhaba!
            

Dersanelerin kapanması meselesi üzerine




Öncelikle bu konu hakkında üç beş kelam edeyim, bir iki yazı çiziktireyim dememin sebebi; sadece fikrim olduğunu göstermek ve farklı düşündüğümü insanların gözünün içine sokayım düşüncesinden kaynaklanmıyor arkadaşlar bilin isterim.

Bilin ki bu kardeşinizin bir karın ağrısı var ki ondan yazıyor.

Bilin ki beyni eğitim sisteminin türlü alicengiz oyunlarıyla allak bullak olan gençlerin bu yaşananlarla alakalı dahi hiçbir yorum yapamayacak hale gelmiş olduklarını üzülerek izlediğim için yazıyorum bu yazımı. 

Neyse nerdeydik..

Hepiniz bilirsiniz, yani en azından bilmelisiniz ki zamanında Türkiye'ye natoya girmek için iki tane şart koşuldu. Birincisi, Koreye asker göndermek ikincisi, eğitim sistemini müttefiklerimizden Abd'ye göre şekillendirmek. Evet sayın seyirciler yanlış duymadınız tam da böyle oldu. az sonra rıdvan dilmen'e bu konu hakkında mikrofon uzatacağız. durun durun gitmeyin.!! iki muhabbet edelim şurda bacanaklar!!

Ne diyoduk?? şştt gözlüklü sana diyorum lan!! he işte!! tmm tmm...tam o gün bugündür zaten içler acısı olan eğitim maceramız daha kontrollü bir şekilde içler acısı manzaralar çiziktirmeye devam etti. Baya değişti yani.

Zaten okullarda 20 yaşımıza kadar hiç görmememiz gereken şeyleri öğreniyor olmamız yetmiyormuş gibi üstüne bi de okullarda müfredata yerleştirilmeyen konular çocuklar için hayati önem taşıyan (o da niyeyse artık) sınavlarda adamın gözünün içine bakıp melül melül küfreden bi at kafasına dönüşmesin mi?? Aman yarabbim sen büyüksün, yarabbim sen görürsün durdur şu masalcıları da kulların görsünn. Haydi sahneye gençler!!

Aslında bu bir projeydi.

Bunu 60-70 defa tekrarlayın şimdi..

Yanlış duymadınız ulan tekrarlayın işte şu vereti..

Evet kayınçolar bir projeydi. devletin dersanelerle yaptığı anlaşmayla hem devlet kendine özelden bir kaynak doğuracaktı hem de amerikaya hizmet eden cemaatlerin din kisvesi altında amerikanın yandaşlığını yapan bir gençlik projesi fikri girişimleri hayat bulacaktı. En azından baş kaldırmayan bir gençlik girişimleri. Baksanıza ne kadar popülist duyarlılıklarımız. Meydanlarda 1-2 gün ses kirliliği yapmaktan, facebookta, twitterda duyarlı bir profil fotoğrafından ileri gidiyor mu duyarlılıklarımız. Sevsinler sizi..

Şimdi size soruyorum ciğerler!! Bana Irakla alakalı, Afganistanla alakalı Arap Baharı dedikleri Kuzey Afrika kırımıyla alakalı tek bir olumsuz şey söyleyen, tek bir karşı bilinç oluşturmaya çalışan bi cemaat personeli gösterebilir misiniz? Bakın düşmanlık yapmıyorum.. Soruyorum lan sadece ne var??

Diyceksiz ki "yapmak zorundalar mıydı ulan, başka büssürü şeyle meşguldü adamlar, tabi ki müslümanların acı çekmesini istemezler."

Eğer böyle düşünüyorsanız bilincinizi gerçeklere kapatmışsınızdır arkadaşım. şayet böyleyseniz size ötenaziyi tavsiye ederim. Gidin hollanda'da yasal.

Çıkın dar dünyanızdan da bi düşünün artık.

Hani şeytanın avukatı filminde bi söz vardıya. şey diyodu.. ha.. şeytanın en büyük oyunu, insanları kendisinin var olmadığına inandırmaktır. Yaşa sen al pacino paşa..

"ne diyo lan bu!! nereye varacaksın aslan!! sadede gel" dediğinizi duyar gibiyim. Önce o eli indireceksin arkadaşım.. Yoksa görmek istemeyeceğin şeyleri görürsün. Tıpkı yenilenen eğitim sistemimiz gibi.

Yaşasın yeni eğitim sistemimiz!!! yaşasın abd'nin büyük ortadoğu projesi eş başkanı olan dünya liderimiz!! yaşasın abd'nin bizi düşünerek oluşturduğu eğitim müfredatımız!! yaşasın çocukları moronlaştırarak sadece tüketen bir yaratığa dönüştürme planları!! yaşasın niteliğe bakmayıp niceliği önemseyerek ne kadar çocuk o kadar moron politikaları!!! oholeyyoo!!!! yaşasın bayrağımız!!! yaşasın 23 nisan!!!!

Şimdi sizi şok etmesi gereken bir şey söyleyeceğim. Eğer olmuyorsanız bi yerlerde bir uyuşma olması muhtemel sayın arkadaşım.

Evet sıkı dur....

Dersanelerin varlığı senin için ne kadar korkunç ve alçaltıcı bir şeyse dersanelerin kalkması da senin için aynı oranda korkunç bir şeye dönüşecektir.

Bu kadar basit!! Çünkü istedikleri sensin. Her şeyi seni düşündükleri için yapıyolar. Küçükken izlediğin çizgi filmlerden, şarkısını ezbere şakıdığın sanatçıların kliplerinden, ölümüne izlediğin hollywood filmlerine kadar. Her şey senin saf, körpecik duygu ve zihin dünyanı kontrol edebilmek için. Her yerde bi sekülerleşme çabası (başta televizyonda) her yerde bir baş kaldırma yönelimi, her yerde belli başlı kalıp yargılara teslim olmuş insan zümreleri( milliyetçilik, tayyipçilik, sarıgülcülük, mahsun kırmızıgülcülük), kişisel çıkarlarını maksimum oranda tutan, laikliği sekülerizm zanneden abidik kubidik dizi kahramanları... her şey her şey senin için yapılıyo arkadaşım her şey.. sen bozulursan gelecekteki ailen de bozulacak. yavaş yavaş belli iradelerin emrine gireceksin insanoğlu olarak. Ne sandınya?? Bu mantıksız girişimlerin gerçekten mantıksız olduğunu mu?? Eğitim bir toplum için her şeydir arkadaşım bilin bunu!! Toplum yolla, suyla, elektrikle, tabletle, kardeşlik kisvesine bürünmüş tavizler zincirleriyle kandırılabilir; ama değişmez. Sadece ve sadece eğitimle değişir. İşte bu yüzden devletler hazinelerin en büyük kısımlarını eğitime harcarlar. Hani derlerya temel eğri olunca o bina süreyya yıldızına kadar eğri gider diye. doğru arkadaşım doğru o söz. maksat tam olarak bu. Senin doğru bi insan olmanı istemiyolar, senin sorgulamanı istemiyolar, yapılan yanlışlıkları görebilecek kadar basiret sahibi olmanı istemiyolar. Her şeyi, eksiksiz her şeyi sineye çekmeni istiyorlar. her şeyi.. işte bu yüzden sen vicdanından yükselen bir sözü bile dillendirsen seni bir tarafa ait görmeleri ve dışlamaları bundan. Dedimya işte, eğitim arkadaşım eğitim... İki türlü de anla sen bunu. Sadece eğitimle değiştirirsin toplumları...

Eğer sizi darwinizme inandırmak isterlerse fen bilgisi dersinde ayet gibi görürsünüz bu konuyu. hocalarınız bir bakmışsınız darwinci olmuşlar. Valla ben bilmem. bize darwinizmi savunarak anlattılar. Çok iyi hatırlıyorum. Baya bi sarsılmıştım. baya.

Eğer bir hollywood tezgahı olan aya ilk ayak basma hadisesini öğretmek isterlerse adamların isimlerini ezbere şakımanı isterler arkadaşım. eloğlu acımaz!! Eğitim sisteminde görürsün bunu şakası yok bu işin..

Eğer ampulü bulan kişinin tesla olduğu kabbak gibi ortada olmasına rağmen mason olan edisonun bulduğunu bilmeni isterlerse sen bu şekilde öğrenirsin arkadaşım şakası yok diyorum sana.

Bu eğitim soykırımı sadece bizim ülkemizde yok bunu da bilin. Abd'de durum daha içler acısı. Orda başkanlarının adlarını bilmeyen üniversite öğrencileri var. O derece. (evet leno show'da izledim.)

hobaaa!!!

eeee dünya değişiyor. New age diye bir şey var, illuminati diye bir gerçek var. Devamlı yenilenmesi gereken bir kaos düzeni var. Yeni sorunlar yeni çözümler bekliyor. Kaos için tüm devletler el ele vermeli ve bu kaos düzenini örgütleyenleri yeni mutluluklarla beslemeli sayın arkadaşım.. Başka türlü o çok sevdikleri, yalayıp yuttukları koltuklarını koruyamazlar. çünkü bu vaadlerle o koltuklara oturdular.

Yav bi düşünsene..!! Natoyla bizim eğitim sistemimizin ne alakası var. Hiç düşündün mü? Şu anda ne düşündüğünü biliyorum sayın arkadaşım. Koskoca bi boşluk.

Her zaman savunduğum tek şey var bu konuda. kişi, okullarda öğrendiklerini beyninden söküp atmalı ve ezberci zihniyetin karşısında sorgu ve merak şamarıyla dimdik durmalıdır. Düzeni, düzenin salahiyeti için sorgulamalı, kendisine çevirilen numaraları yemeyecek kadar uyanık olmalıdır.

Yer altından sevgiler. Selametle.