28 Kasım 2013 Perşembe

Ninni





Yaklaşık 3-4 saat önce.

Elimdeki kupa bardakta çaydanlıktaki son çayın dumanı tütüyor.

Yağmur da yağmış sabahtan beri. Daha yeni dinmiş. Toprak kokuyor buram buram her yer. Ta burnuma geliyor kokusu. Balkondayım. Akşamı okumaya başlıyor hoca. Evlerine arabalarıyla dönmeye çalışan insanlar, farlarını yakıp yakmama konusunda tereddüt yaşıyor. Yolların düz olmadığı, yağmur sularının birikinti yaptığı yerlerden anlaşılıyor.

Aceleci arabalar hızlıca geçerken birikintilerden, şırıltı sesleri kuvvetle kulakları titretiyor bir süre. Ezanın ahenginde kayboluyorlar sonra.

Akşamı çağırıyor ezan, dağların üzerinde geceyi gezindiriyor. Kaybolan güneşe ağıt tutturmuş kuşlar, bulduğu aralıktan esmiş ve gitmiş toy bir rüzgar.

İçimde hasret, içimde biteviye ihtiraslar... Eski bir saat gibi geçmişimdeki anlar. Eskimiş de olsa varlar. Hem de nasıl varlar!

Duvarlara yansıyan şekiller, zihnimden de ötede, alemlere daldırır, sonra kendi formlarına dönerler. Bilinmeyen bir alemden gelen gizemli bir kudret sarar ruhumun ellerini. Hiç bitmeyecek kavgaları sonlandırırken bulurum birden kendimi. Yaparım da yaparım, ederim de ederim.

Boş durmam, akılla sorgularım. Nasıl derim nasıl? Bir bilsemya..! Her şey nasıl da mümkün görünüyor. O halde bu içinden çıkılmaz buhranları kimler yaratıyor? Kim dolaştırıyor bu iplikleri? Yumakları kimler fırlatmış meydana?? Ve ipin ucunu nerede kaçırmış bu dünya?? Bir bilsemya..!

Akıl işte...Akıl..!  O devredeyken çözümler, dalgaların, sahillere yazılan yazıları yok etmesi gibiler.

Ve beklenen olmuştur. Bir süre sonra devreden ruhumu sarmalayan o gizemli kudrette gider. Zira devreye akıl girmiştir. Akıl, çözümsüzlüğü arttıran bir çözüm girişiminden başka bir şey değildir.

Sonra kendimi köhne fikirlere geri dönerken buluveririm ben de. Tıpkı şekiller gibi geri dönerim.

Hiç gecikmeden bu halime küfrederim. Hem de "yakışır aslanıma" dedirten cinsten. Sinkafın tillahını ederim.

Bir otuz saniye geçer veya geçmez normale dönerim. Çok basit bir şeye şükredecek kadar hassaslaşırım. Evet.. Ufacık bir şeye bile şükrederim. Çünkü böylece beni süreğenliğin foseptik çukurlarından kurtaran yüceltici bir şey yaptığımı hissederim.

Çok geçmez buluveririm sonra kendi dengemi. Ne bileyim telefonuma falan bakarım. Sevgilimden gelen mesajı cevaplarım. Karanfilli bir duman tüttürürüm belki. Çayımın dibini saksıya dökerim. İçindeki çiçeğin adını bile bilmediğim saksıya. "Neyse" derim kendime. Tıpkı çok konuşanlara söylediğim gibi.

"Çalışmak lazım çalışmak! Okumak değerlendirmek lazım. Baş ağrısı geçmez çünkü başka türlü. Bana baş ağrımı dindirecek yeni ninniler lazım. Yeni olan ne varsa.. " derim kendime.

Yeraltından öpücükler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder