23 Temmuz 2014 Çarşamba

Sancı

Bir gün oturmuşum düşünüyorum. Yüzümü sağ hapazıma yaslamışım.. Bunca meşgalem bir bitse de rahat bir kafayla durmaksızın yazsam diyorum kendi kendime. 

Bir sürü sınav, tez, seminer... Bir sürü karmaşa..

Derken meşgaleler bitiyor ve rahatlıyorum. O gün istediğim tüm şartlara sahip olduğum havayı soluyorum artık. Oturup yazabilirim saatlerce..

Ancak bir şey oluyor...

Yazamıyorum..

Delicesine biriktirmişliklerim, binlerce olay ve yaşanmışlıklar varken tek bir bağlayıcı, yazma ihtiyacı hissettiren bir şey bulamıyorum. Belki de nereden başlayacağımı bilemediğimdendir, bilemiyorum.

Ve bende güçlü bir tecrübenin derin izleri izhar etmeye başlıyor.

Anlıyorum ki rahat bir hayat, insanın üretkenliğine karşı en büyük düşman..

Dertsiz tasasız insan, ihtiyaç duygusunu hissetmeyen insan üretemiyor.

Gündelik meşgalelerden başını kaldıramadığın anlar, üretken bir zihnin doğum sancıları aslında. Nietzsche olsaydı şimdi böyle derdi kesin.

Derdi tasayı övmüyorum elbette. Sado-mazo bir düşünce gafletine kapılmamak lazım durduk yere. 

Acıyı yüceltmek değil maksadım. Acı eşiğimizi yukarıya çekmek. 

Biz insanların doğduktan sonra kaptığı tesirli bir hastalık vardır. Bizler, hayata hep kendi merkezimizden bakarız. En çok biz üzülürüz, en çok biz seviniriz, en çok biz eziyet çekmişizdir, hep biz haksızlığa uğramışızdır, hep dürüst olan bizizdir falanfeşmekan..

Kendi hayatlarımızla o kadar çok meşgulüz ki, eziyeti de sevinci de sadece kendi hayatımızda ararız. Oysa günü birlik elli lira kazanayım diye beşinci katlara sırtında buzdolabı, yüz kiloluk demir-döküm sobalar taşıyan insanlar gördüm ben, yine aynı parayı kazanabilmek için tarlalarda yakıcı güneşin altında hoşafa dönmüş insanlar gördüm. Terminallerde sıcak havada yola çıkmak üzere olan otobüslere tek tek girip, ısrarla ellerindeki ürünleri satarak evlerine ekmek parası getirmenin derdinde olan insanlar, gece birlere kadar alış-veriş merkezlerinden evlerine dönemeyen kasiyerler gördüm.
Görmüş olduğum ve buraya yazabileceğim o kadar çok kişi var ki.. Eminim bu yazıyı okuyan her kimsen senin de hayatında böylesi garabetlere uğramış fakat farkedemediğin onlarca insan girmiştir güzel kardeşim benim. Muhakkak girmiştir.

Senden çok daha dertli, kıyaslanamayacak derecede mağlup ve keder dolu.. Onlarca insan..

Lafı burada çok dolandırmak istemiyorum daha fazla. Demek istediğim gayet net. Acıyı övmüyorum ama belli şeyler üretip, istikrarla daha fazlasını elde etmeye çalışmanın belli zahmetleri, eziyetleri olduğunu ifade etmek istiyorum en başında.
Sonra da bu zahmet ve eziyetlerin şu yeryüzünde yaşayan insanların birçoğunun yaşadığı sıkıntılar yanında bir hiç kadar olduğunu, en ufak bir sorumlulukta mahvolmuş triplerine girmenin yersiz olduğunu, yeni şeyler üretmenin sancısını yaşayan, kaygısıyla da ruhunu pişirmeye çalışan insanın acı mefhumunu ufak sıyrıklarla ilişkilendirmemesi gerektiğini söylemeye çalışıyorum. Dünyada onca mızrak ve ok yarası olan olan insan varken.

Umarım bir kımıldayışa sebep olabilmişimdir.

Esen kalın.

15 Temmuz 2014 Salı

Gürültü

Hayat garip.
Ne olursa olsun garip.
Zengin de olsan muhtaç da..
Başarılıyken de acınacak haldeyken de...
***
Ne yapacağını bilemezsin bazen. Kuvvetli bir evham bulutu ruhunu daraltır. Aldığın nefes bile ağır gelir. Hareketsiz bir şekilde, uzayda ağır ağır süzüldüğünü görürsün. Bir şey sıkı sıkıya sarmıştır seni, ne konuşsan boş, ne yapsan fayda götürmez. Gülemezsin de ağlayamazsın da.  
Öyle bir şey oturmuştur ki içine kendi ruhunda istenmeyen bir misafir gibisindir. Yani senin anlayacağın bombok bir durumdur.
İşte o berbat durum varya.. İşte o durum sandığımızın tam aksine olmamız gereken en ideal haldir aslında.
Ne inişi var ne çıkışı.. Kaybetme ihtimali de yok kazanma hırsı da.. 
Başarıdan sonraki istikrar arayışı da yok, yürek burkan kaybediş senaryoları da.

Aslında hiç yaşamamalıymışız değil mi? Dünyaya gelerek ilk ve en büyük hatayı yapmışız. 
Sahi ne işimiz var burada? 
Madem istediğimiz gibi mutlu bir yaşamın mimarı olamıyoruz intihar etmekten daha mantıklı bir yol kalıyor mu? 
Belki o koca kafalı filozofların dediği gibi; hayatı daha çekilir kılmak için acılardan kaçmaya çalışmalıyız. Bilemiyorum.

Neyse işte..

Bugün bir haber açıyorum, israilin bombardımana tuttuğu Filistini görüyorum. Acılı yüzler, insanoğlunun insanoğluna yapabileceği en acımasız görüntüleri görüyorum. Bu enstantanelerdekilerin müslüman olması da gerekmiyor benim üzülmem için. Ümmet ümmet diye yalandan feryat figan edenlerin üzüntüleri gibi de değil bu üzüntü. En derinden ben sarsıldım diyecek kadar da bir iddiam yok açıkçası, ancak bir garip hissettirdi bana kendimi. Nasıl desem? Suçlu gibi..

Kaybetmemek için uğraştığım, delicesine inandığım vicdan denen o erdem yüzünden biliyorum.

Delicesine inandığım bir diğer erdem de ne biliyor musun?

Adalet..!

Güçlü tarafın irade ettiği eylemler zayıf tarafın iradesindeki eylemlere baskın geldiğinde dünya düzenindeki insan ürünü adalet de komik duruma düşüyor.

Milyarlarca insanı güldürmeyen çirkin bir espridir dünyadaki adalet.
Düzene çomak sokan eğilmez başlarındır hüküm ve dirayet,
Ve inayet,
Derinden isteyenleredir.

Kin, nefret, kusmayacağım hiçbir ülkeye. Herkes aynı yeryüzünün konargöçer misafiridir en nihayetinde. Yapılanların bir gün gerçek bir alemde, gerçek bir adalet dağıtıcısının huzurunda temin edileceğinden şüphe etmiyorum hiç.

Ancak eğer Rahman diyorsak ona, bir sebebi var da diyoruz öyle değil mi? Onlara nasıl güç ve iktidar veriyorsa bize de verecektir. Başkalarından bekleyip durduğumuz şeyleri aynanın karşısında kendi yüzümüze karşı söylemekten bahsediyorum, üzerimize mâl etmemiz gereken evrensel sorumluluklardan bahsediyorum. Çünkü o, inayetini lütfedecekse istememiz lazım.

Eğer yaşadığımız şu dünyada güçlü insan iradesine dayalı bir adalet yapısı varsa onu yıkan ve üzerinden aşabilen bir insan olamadıkça tam bir kişi olamayacağımızı, bu niyeti bile gütmedikçe hep inancımızın bir yerlerinde eksiklikler yaşayacağımızı biliyorum. Yoksa en başta da dediğim gibi uzay boşluğunda hareketsiz bir meta gibi ağır ağır savrulmak en iyisi.

Yer altından sevgiler.