28 Aralık 2013 Cumartesi

Açık Büfe Din Tüccarlığı

Sevin ya da sevmeyin Elif Şafak, Türkiye'de kitap okuyabilen geniş bir tabaka keşfetmiştir. Bir semboldür. Bu tabakanın kaymağını tek başına yedirirler mi adama? Yedirmezler. Bununla birlikte duygu tacirliği başlığı adı altına alabileceğimiz bir furya peydah olmuştur pek tabiki de.

"Mevlanalı kitap yaz köşe ol" mantığını son dönem yazınımıza sokmuştur Elif Şafak, iki arada bir derede kalan liberal dindarların başucu kitaplarını yazmıştır.

Dikkat çekmek istediğim esas nokta o değil farkettiyseniz. Ardından yürümeye çalışan lümpenler.
Dini kuralları hiç gözünün yaşına bakmadan duygu diye aşk diye harcar bu adamlar. Dini hikayelerin üstüne katranı boca eder kaz tüyü dökerek rezil rüsva eder bu adamlar. 

Anlattıkları din İslam değildir. Kullandıkları ayetler, konuyla uzaktan yakından alakalı değildir. Hadisler %60 sahih değildir. Tek istedikleri, yani tek yapmaya çalıştıkları dini muhteviyata az buçuk zafiyeti olan garibanları kendi ticaretlerine ortak etmektir. Elif Şafakla keşfedilen o kitle tarafından tanınıp popilaritelerini arttırarak ünlü olma güdülerini tatmin etmektir. 

Peki ben neden sinirliyim? Çünkü bu adamlardan sıkıldım anlıyo musun!? Bu adamların din diye yutturmaya çalıştıkları şeylerden tiksindim. Bu lavukların kendi egolarını şu üç günlük dünyada tatmin etmek için samimiyetsiz bir dindar sınıf meydana getirmelerinden usandım. Ülkeyi yöneteninden gariban işçisine kadar her tarafa sıçramış takvim arkası müslümanlıklardan, televizyon maskaralıklarından bıktım. Yapılan binlerce abuk sabuk aşk tariflerinden, her haltı yiyip dini kılıfa sokmak için yapılan yüzsüzlüklerden bıktım.

Çözümüm mü ne?

Yok beyler yok! Çözüm mözüm yok. Bu hıyarlar hıristiyan mezheplerinde de vardı, yahudi mezheplerinde de vardı, müslümanlıkta da var. 

Sen hani diyosunya "ya abi hıristiyanlar nasıl 3 tanrıya inanır ya anlayamıyorum." diye. Çünkü onlar tek otorite kabul ettikleri o dini liderlerlerine inanıyor gardaşlar.

Sen tasavvuf safsatalarına ağzını yaya yaya inanıyosun, onlar da onlara inanıyolar. Sen hiç inandıklarını sorguluyor musun? Acaba yanılıyo olabilir miyim lan diyo musun? 

Demiyosun. Çünkü inançta şüphe olmaz de mi? Olmaz anasını satıyım o-l-m-a-z. 

İşte son olarak söyleyeceğim inandığın dini kabullerine dikkat etmezsen yani kendi kontrolün altına almazsan bu aşşağlık herifler gelir tecavüz ederler ruh sağlığına. Zamanla kendinden bile tiksinir hale gelirsin. O inandıkları şeylere şaşırdığın Hıristiyanlar ve yahudilerden farkın kalmaz. 

Sana yemin ederim.


Yer altından sevgiler.

Batının İslamı Görmek İçin Taktığı Buğulu Gözlük: Cebriyye

İnsanı rüzgar önündeki yaprak kadar aciz gören ve bütün fiilleri Allah’a nispet eden itikadi görüştür Cebriyye.

Bu görüşe sahip olan bir kişiyle insan fiillerini insanın kendisine nispet eden mütezile mezhebine mensup olan bir kişi arasında şöyle komik bir diyalog geçer:

Cebri: Geçen gün sizin eve geldim ancak seni evde bulamadım.
Mütezili: Peki söyle bakalım sen kendi iradenle mi buraya geldin yoksa seni Allah mı gönderdi?
Cebri: Tabi ki Allah gönderdi.
Mütezili: Madem ki Allah gönderdi, Allah benim evde olmadığımı bilmiyo muydu da seni gönderdi?

Diyaloğun burada kesildiğine bakılırsa cebri vatandaşın kalp spazmı geçirerek ölmüş olabileceğini ihtimaller arasında bulundurmakta fayda var.

Diyelim ki cebri vatandaş gibi düşündük.

O zaman Allah’a noksan özellikler izafe etmiş olmaz mıyız?

Çünkü isnat ettiğin eylem Allah’ın sıfatlarına yakışmıyor. Yanlış mıyım?

Sen hem yaptığın her şeye Allah yaptı de hem de her namazda onu bütün noksanlardan tenzih et. (Bkz: her secdede: "Sübhane Rabbiye'l-ala"  deriz. Anlamı: Ey Yüce Rabb'ım! Seni bütün noksan sıfatlardan tenzih ederim.)

Çelişkiye bak hele sen.

İşte batı aleminin İslam deyince akıllarına gelen ilk temel felsefe ve geri kalışımızı açıklamak için buldukları en ezik itikadi görüş bu arkadaşlar.


Haydin Selametle.

20 Aralık 2013 Cuma

Demek ki neymiş?

Demek ki neymiş? 

2 taraf da Allahtan korkmayan, gözünü kırpmadan hırsızlık yapabilen ve buna müsade edecek kadar gözü dönmüş münafık müslümanlarmış.


Sistem bizi bir seçim yapma mecburiyetinde bıraktığından, içimizdeki gerçekleri görmezden gelerek seçtiğimiz bir diğer kötü tercihi yüceltme adına kılıflar icat etmiş, hakikatlerle aramıza duvarlar örmüşüz. 


Şahsi hırsları gözlerini kör eden ve müslümanlığa duyulan güveni zedeleyen tarafların masumiyetleri inandırıcı değildir. Onları haklılaştırma çalışmaları da gülünç ve tiksinti uyandıracak derecede ezikçedir. 


Şunu iyi anladım ki; sistem kanımıza öyle bir işlemiş ki inandığımız dince hoş görülmeyen eylemleri yapanlara bile ideolojik saplantılardan, şahsi bir takım çıkarlardan ötürü değer verilmeye devam edilmiş. 


Yemişim sistemini..!!


Tarafları KÖTÜ olan hiçbir sistemde bir seçim yapma mecburiyetinde değiliz. 


Mevcut şartlara göre mantıklı olmayan bir şey söylemiş olduğumun farkındayım. Dedimya şartların canı cehenneme.. Kalbinde adalet yoksa neye sahip olduğunun hiçbir önemi yok.

13 Aralık 2013 Cuma

Hacı Medeniyet Kuruyoruz Gel

Selam.

Bugün size fırında portakallı ördek nasıl pişirilir anlatmayı çok isterdim. Ancak hazmı kolay olmayan başka şeyler anlatmayı tercih ettim.

Mükellef bir sofranın şişkinliğini bir maden suyuyla giderebilirsiniz belki ama yıllardır bize yutturmaya çalıştıkları yalanlarla şişen beyninizin ve yavaş yavaş körelen kalbinizin gazını alabilmek için ne yapabilirsiniz ki?

Tüm ideolojilerin üstünde olan bir ideoloji var kardeşler. Günlük hesaplaşmaların, kof kıskançlıkların, bitmek bilmeyen mutluluk arayışlarının üstünde olan bir ideoloji var. Benden ve benden öncekilerden, senden ve senden sonrakilerden daha değerli olan bir ideoloji var. Görmezden geldiğimiz bir ideoloji var. Bütün izmlerin çaresizliklerinin başladığı yerde ortaya çıkan bir yaratıcı var. Onun bize çizdiği bir istikamet var. Mutlak özgürlüğü elde edeceği güne dek insanların özgürlüklerini kısıtlayan bir özgürlük yaratıcısı var.

Bu yüzdendir ki; İnsan nefsine hakim olduğu müddetçe özgürdür.
                                     *  *  *
Düşman, bir örümcek hassasiyetiyle ağını örüyor yavaş yavaş. Biz ne yapıyoruz?

-Ne yapalım be hacı dayı? Oturuyoz işte öyle. Çay içiyoz.
  
Bugüne kadar en çok kafa patlatılan, en çok çözüm üretilen sorun olmasına rağmen medeniyetimizin topallamasına, taklitçi bir eziğe dönüşmesine mani olunamıyor bunu hiç düşündünüz mü?  

Engelleri bir bir dizip neler döndüğünü ve düşmanın kim olduğunu size göstermeyi çok isterdim. Ama bunu yapmak acınası bahanelere sarılmana sebep olacağından böyle bir şey yapmıyorum. Çünkü değişim ve dönüşüme zorunlu olan medeniyetler düşman araştırmasına girmezler. 

Bir kere senin, düşmanı olmayan bir medeniyet olmadığını bilmen yeterli değil midir?

Bir kere düşmanı olmayan bir topluluk, medeniyet midir? 

Bir kere düşmanı mağlup etmenin en iyi yolu kendini yükseltmek değil midir?

Bilemiyorum. 

Herkes bir yerlerde bir çapanoğlu olduğunu bilir ve bu yönde karşı duruşunu dile getirir ve hepsi de kendi cephesinde haklılık payına sahiptir. Sorun da budurya... Neyse.

Şu bir gerçek ki böylesi yüksek düşünceler evlerde ailecek tartışılan bir zemin bulamazlarsa sadece kişilerce haklı olunan statik bir konu olmaya devam edeceklerdir.

Şu da bir gerçek ki müslümanlar modern dünyadan etkileniyorlar ve hem de kısa sürede. Düşünce dünyalarıyla oyun oynandığı yetmiyormuş gibi lümpenlerin çoğunluğunu oluşturduğu aydın ve akıl önderlerinin tasallutuna maruz kalıyorlar.
Düşünceler itibarsızlaştırılıyor. Yüce ideallerimiz, kendimize has erdemlerimiz, bizi biz yapan cazibelerimiz elimizden alınıyor. 

Örneğin mehdi iddiasında bulunanlar türüyor ve ittihadı islamı savunuyor. Aklı selim açıklamalar yaparak insanlar için en geçerli kurani fikirleri söylüyor. İzleyin yahut twitlerini okuyun, bana hak vereceksiniz. Gözünüzü programlarındaki cinsel objelerden alabilirseniz eğer konuşmalarında esas olmamız gereken hali dile getirdiklerini görürsünüz.

Sizce neden dışa sapkınca bir imaj çizen bozuk itikatlı bu kişiler, bizim düşünce orjinlerimizi ağızlarına alarak itibarsızlaştırıyor? 
  
Neden bu kutsal çağrıları ve en aklı selim çözümleri dile getirme ihtiyacını bu şizofrenler dile getiriyor?

Çünkü bir şeyi kesin bir şekilde itibarsızlaştırmanın en mükemmel yolu, onun aptallar tarafından dile getirilmesini sağlamaktır hacılar.

Hiç etrafınızdaki bir denyodan kamu spotu içerikli bir mesaj alıp da ciddiye aldığınız oldu mu?

Hep söylenilegelmiştir. İnsan sevmediğinden öğrenemez. Yani semediğiniz, bir kötülükle ilişkilendirdiğiniz kişilerden doğruyu söyleseler de bir şey öğrenemezsiniz. Mesela bugün akpartili muhafazakarların büyük çoğunluğunun siyasi görüşleri, chp mantalitesinin siyasi görüşlerinin tam tersi vaziyette. Bu yüzden abdnin Ortadoğuda gerçekleştirdiği her halta sessiz kalmaları ve yok
saymaları bu yüzden. Chplilerin büyük çoğunluğunun siyasi görüşlerinde de durum bu yönde. Onlar da akpartiye kulaklarını tamamen kapatmış vaziyetteler.

Doğruyu yanlış bir ağız söyleyince otomatikmen kabul etmiyoruz. Durum bu.
  
İşte hacılar..Geçelim bu konuyu.

Değişim denen nane teknolojiyle falan olmaz. Çıkarın kafanızdan bu imajı. Değişim, düşünce bazında olur ve bu, esas engellenmeye değer şey olarak kabul edilir.

Ortaklaşa herkesin kabul ettiği fikir, eksik olan yanımızın özgüven eksikliği olduğu. Evet, %100 doğru bu. Ama düşünce zaafiyetinden kaynaklanan bir özgüven eksikliği bu. Öyle bir özgüven kazanılmalı ki medeniyetimiz diğer medeniyetleri kendisine meftun kılan bir cazibe merkezine dönüşmeli.
Size çözümün yakışıklı bi adamdaki ve güzel, hoş bir bayandaki iştah uyandıran "cazibe" olduğunu söyleyerek tuhaf bir çözüm önerisinde bulunmuş olabilirim belki, ama yabancı düşünce tasallutlarından kurtulup aydınlanma çağının belki de en masum ve en öz ibaresi olan kendi kafasıyla düşünme cesaretini gösteren bireylerin buna kendiliğinden sahip olduğunu bugünkü mevcut durum gösteriyor zaten. 

Hala dinin kıyıda köşede kalmış konularını birbirine dolaşmış telefon kulaklığı gibi can sıkıcı, saçma sapan dertlerle gündeme getirme uğraşı, manevi dünyamızın yüceliğini ve coşkunluğunu yitirmemize sebep oluyor. Din denince akla yok sırat köprüsü kaç metre olacak, yok mehdi nerede zuhur edecek, yok 4 eşlilik, yok cinsellik falan filan zart zurt geliyorsa beynelmilel ortamda kusursuz medeniyet inşasını nasıl güçlü temellere oturtabiliriz ki? Çağın vebası olan yozlaşma virüsüne yakalanır, bağıra bağıra çıktığımız yolu bahanelerle terkederiz. 

Size Fight Clup filminde dek geldiğim bir sözü tekrarlamak istiyorum kırmançiler. İlginçtir tam da bu konuyla ilgili: 
  
"İnsanlar bunu her gün yapıyor. Kendileriyle konuşuyor, kendilerini olmak istedikleri gibi görüyorlar. Ama onların bunu devam ettirecek cesaretleri yok."

Tam da bizi tarif ediyor Tyler reiz. Chuck Palahniuk, tespitin kralını yapmış yine he? Ne dersiniz? Zaten bizi en iyi yabancılar tarif eder değil mi? Kendi içimizden çıkanlara karşı peşin hükümlüyüzdür çünkü. Bu sözün yanına Metin Şentürk yazsaydım gülerdiniz de mi? Siz varya siz. Merak etmeyin lan ben de gülerdim. Komik olurdu cidden he? :)) 

Gırgırı bir yerde hakikaten güzel söz lan.

Neyse şamatayı kesip bitiriyorum. Demokrasi, postmodern falan diycem şimdi.

Demokrasi ile ülkemize de yavaş yavaş gelen postmodern çizgide herkes herkesin dini yaşantısına, yaşam hakkına saygı gösterir ve bu da tüm dinleri, manevi yaşamı destekleyici bir unsura, sadece inanılan birtakım mitlere çevirir beyler. Yani inandığın dinin tek gerçek din olduğunu söylediğinde karşındaki herif sana saygı duyar ve "sana göre öyle" der. Sana inanmak zorunda değildir çünkü, sana güzel şeyler söylemek zorunda değildir hacı abi. Çünkü zemini kaypak olan bir düzende dans etmek bunu gerektirir. Dans edebilmen tanınman için yeterlidir. 

Kaypak bir zeminde filizlenip boy atmak, dala budağa kavuşmak BİRLİK olmayı gerektirir gardaşlar. Dünya bu doğrultuda gidiyor artık. Birlik olup gerçekten inandıklarını eşgüdümlü olarak söyleyen toplumlar, dünyanın direksiyonuna yapışabiliyorlar anca. Yoksa bu kurtlar sofrasında sana su yok su! 

Sosyolojide hokkalı bi söz vardır. böyle katmerli bi söz.
der ki: Dinamik olmayan toplumlar değişimin önündeki en büyük engeldir. 

Dinamik topluluklar her daim değişime açtır ve eleştiriler de değişimi tetikleyen cinstendir.

Var olanla yetinip her türlü yeniliğe kendini kapatmış toplumlar tıpkı damaktaki yara gibidir. Yani hiç var olmamalıdır. Var olup da can sıkmamalıdır. O dil oraya sürekli gitmemelidir aga. O kadar! 
  
Yer altından sevgilerle gangalar. Mucuk.

5 Aralık 2013 Perşembe

Roman yazmak

Cefası çok sefası ise olmayan bir iştir. En azından benim için öyle.

 Modern çağda başarılı olan yazarlarımız gibi şerbetçilik yapmadıkça başarılı olamıyorsunuz maalesef. Eğer benim gibi çılgınlık yapıp da sırf içinizden geldiği için uzun soluklu bir roman yazma girişiminde bulunursanız, kendinize de en az benim kadar saygınız varsa işinizi yarım bırakmayıp oturup yazmaya başlıyorsunuz ve beklediğiniz tek şey zevk alarak yazmak, bitirmek ve sonuçtan hoşnut olmak oluyor. 

İşsiz misin diyeceksiniz. 

İşsizlikten değil, boş zamanlarımı yararlı bir şekilde değerlendirmek ve hayal gücümü kuvvetlendirmek için yazıyordum. Üstelik yaratıcılığımı da kuvvetlendiriyordu. Çok şükür yazmış olmaktan muzdarip değilim. 300 sayfaya yakın yazı yazmış olmak bana gurur veriyor. Her bir sayfasına ayrı özen gösterip, mantıki dizilimlere de son derece dikkat etmiş olmak sadece ve sadece kendime saygım olmasından kaynaklanıyor. Tıpkı peteğini altıgen inşa eden arının, işine gösterdiği saygı gibi. 

Sonrasında da bir çok yazı yazmışlığım var. Bir şiir kitabı bir de uzun öykü. Ancak bunları da aynı perspektifle yazdım. Bunları niye anlatıyosun be kardeşim diyeceksiniz. 

Bunları niye anlatıyorum? 

Gerçek bir roman yazarı olarak şerbetçileri değil, bu işi gerçekten isteyenleri gördüğüm için anlatıyorum.

Yer altından sevgiler canlar! 

1 Aralık 2013 Pazar

Patlıcan

2013'te Irak'ta toplam 7000 insan, sunni-şii çatışması gibi bayatlamış bir sebepten dolayı öldü. 

Haberlerde, pazarlarda artan patlıcan fiyatları kadar bir süre ayrılmadı bu haberlere. Fonda çalan Amelie filminin müzikleri falan.. Ali Kırca sırıtarak ayağa kalkar ve son haberini sunmanın neşesiyle bitiriş konuşmasını yapar..
Neyse..
Herhangi bir duyarlılık oluşturulmasına izin verilmedi kısaca. Yani en azından zerre kamuoyu oluşturulmadı. "Bakalım bu hafta hangi ünlümüz kapılarını kanalımıza açtı." haberleri gibi toplumsal yararı gözeten haberler daha bir sevildi. ;))

Ne bileyim herhangi bir alanda gerçekten yeteneği olmayan itici suratlı adamların, gelip evin sevimli çocuğunu oynayarak yetenek yarışmalarında yetenek değerlendirmeleri yaptıkları programlarından daha önemli görülmedi bu haberler. 

Oyun zekasını soyunma odasında çıkartmış futbolcuların olduğu, komik bir şekilde büyük sıfatı yakıştırılan takımların, maçlarıyla coştuğumuzda, uğruna kavgalar edilen sembollerin birer poşet olduğu, spor yorumları tek problemimizmiş gibi aksettirilirken, internetten normal bir arama yapmaya çalışırken bile, birden erotik bir reklamın temel hassasiyetleri hiçe saydığı bir düzenle sınanırken, kendini girdaba kaptırma fikrine bağlanarak, pozitif enerji seminerlerinden fırlayan müptezel bir dindarlıkla "iyiyi düşün, kötüyü görme Mustafa!! Aaaayyy içim daraldı." mantalitesini giyinen düşünce dünyamız, boğazımızdaki balgamı söktürmek için, kendimizi öksürmeye zorladığımız hallere benziyor. Sonrasında rahatlıyorsun ama kurtulmak istediğin şey pis bir nesne olarak nitelendirğin bir şey.

Neden?? Soruyorum bunu. Cidden. Bi yamuk yok soruda..

Duyarlılıklarınızın ayarlarıyla oynamanızı istiyorum biraz.

Yok yok şeyi kastetmiyorum. Hani vardırya... 
Falanca yer için bağıranlar, burası için nerdeydiler geyiği değil benim yaptığım. Bu muhabbet da baydı çünkü.

Ciüüüü..

Kayışı mı koparttınız lan?? Uzun bi cümleydi ama anladınız siz.


Gerçekten istediğim şey; insanlara nasıl düşünmeleri gerektiğini söylemek değil. Böyle bir şeyi istemek gerçekten büyük bir aptallık olur. Dayatmanın her türlüsü bir çeşit aptallıktır. 

İstediğim şey; göstermek istediğim bir gerçeği, algıların huzuruna çıkartabilmektir. 
Mümkün oldukça çok insana ulaşıp dikkatlerini kısa süreli meşgul etmek gerçekten istediğim bir şeydir. 

Hem işin "nasıl" kısmını  insanlara söyleyenler, onlara düşünme fırsatı vermeyenlerdir. Üstelik yorumlar, hep bir tarafa aidiyet içerdiğinden insanların çoğu bir kaç cümleye bile dayanamadan yazıyı okumaktan vazgeçeceklerdir. 

Ben bu bloga yazmaya başlayalı bir hafta olmadı. Blog istatistikleri gerçekten de çok fazla fonksiyon içeriyor. Bloga kaç kişi girdiğini, hangi browserları kullandıklarını, hangi ülkelerden tıklanma aldığını... kısaca bir sürü fonksiyon... Kısa süre içerisinde sözlüklerdeki arkadaşlar ve twitterdaki arkadaşların sayesinde 16.000'den fazla kişiye ulaşabildiğimi farkettim. İnsanlar gerçekten okuyorlar. Belki beğenmiyorlar, belki taraf buluyorlar, belki eleştiriyorlar ama okuyorlar. Çünkü ben şunu farkettim ki kendi iyi niyetli düşüncelerini uygun bir üslupla ifade etmeye çalışan insanlar, gerçekten kendileri gibi kişilere ulaşabiliyorlar. Bir sürü mail alıyorum. "Güzel ifade etmişsin." diyen de var, "şöyle bir yan da var." diyerek kendi düşüncesini ifade eden de, yazıları farklı bulduklarını söyleyenler de. Ama ne hikmetse daha hiç olumsuz bir eleştiri almadım. Çok ilginç. Bu hiç olmayacağı anlamına gelmez ama işin ilk kısmında olumlu yönde eleştirilerle teşvik edici arkadaşların varlığını görmezden gelmek büyük nankörlük olur. Dedimya.. Yazı, okuyacak adamı kendi seçiyor. Bence insanlar kötümser olmayıp hala nitelikli okurların var olduğuna kendilerini inandırmalılar. Açık kalplilikle söylüyorum, iyi ve zehir gibi zekaya sahip insanlar tarafından okunmak ve yapıcı geri dönüşler almak, parayla elde edilemeyecek kadar hoş bir tecrübe.
İşin kilit noktası göstermek istediğiniz ne varsa uygun bir şekilde aktarmak ve sonucunu okura bırakmak. Evet, konuyu askıda bırakmak. 

Ateistleri bilirsiniz. Çok sabit fikirli adamlardır. Sizin haklı olduğunuzu düşünerek delilli melilli konuşmanızla onların kendi düşüncelerine daha da bağlılık göstermeleri doğru orantılıdır. Sen ne dersen de adamlar inanmamaya fokuslu. 
İşte onlara bile bir düşünceyi sorgulatmanın yolu, algılarını kısa süre de olsa bir gerçeğe çekip sonra çekip gitmektir. Ben buna tohum saçma diyorum. Şimdiki son teknolojiyi bilmem ama eskiden tarlayı sürdükten sonra çiftçilik yapanlar, bellerine taktıkları keselerden tohumları alıp yumuşak toprağa atarlardı. İşte bunu kastediyorum. Bir düşünce etrafında dönüp durarak uygun bir üslubu bulamayanlar tarlayı sürmeyip te tohum saçan adam gibiler. Kimi tohum taşa düşer, kimisi de çalılara takılır. Ne çiftçi memnun olur ne de toprak. 

Bu yönde olmak istediğim; tohum ziyanına tahammülü olmayan o uyanık çiftçidir.

Haydin selametle.